ETİBANK: SABAH GRUBU'NA İNTİKAM TUZAĞI!
Türk medyası; tek gazeteci patronu da kaybetti. Dinç Bilgin, baba mesleğinden uzaklaşıp "banker" olma yolunda hızla ilerlerken, adeta babasının ruhu çarptı. Bütün gazeteciler; - her ne kadar Nazlı Ilıcak Yeni Şafak'ta aksini iddia etse de- bu duruma çok üzülüyor. Sabah Gazetesi'nin "şok"tan henüz kurtulan yazarları dışında, Hürriyet'ten Bekir Coşkun, Haber Türk portalından Ufuk Güldemir üzüntülerini açık olarak dile getiren gazetecilerdi. Yeni Şafak'tan M.Ertugrul Yavuz imzalı yazar ise; hüzün dolu bir yazı ile Zafer Mutlu'nun yükseliş ve çöküşünü kaleme aldı. Ufuk Güldemir ve Medyakronik yorumcuları, Etibank operasyonunu yansıtış biçimi dolayısıyla Doğan Grubu'nu "dağılıyorlar, yüklenin" psikolojisinden uzaklaştırmak amacıyla uyarıcı yorumlar yayınladılar. İddialara göre Sabah gazetesinden "kredi karşılığı" kovulan Mehmet Barlas bile, suçun sadece patronlarda değil, "suskun kuşlar" sıfatı yakıştırdığı köşe yazarlarında olduğunu belirtmek ihtiyacı hissetti.
Kısaca; gazeteci olup da Dinç Bilgin, Zafer Mutlu ve Ercan Arıklı'nın düştüğü hale üzülenlerin sayısı hiç de az değil.
SONUÇTAN SEBEPLERE DOĞRU
Gerek Güngör Mengi ve diğer Sabah yazarlarının cümlelerine, gerekse başka gazetelerdeki yorumların satır aralarına bakıldığında, gazetecilerin hayli şaşkın olduğu ve "Nasıl düştük bu hale?" sorusunun giderek ağırlık kazanmaya başladığı görülüyor.
SONUÇ; OLASI SEBEPLERİ ÇAĞRIŞTIRIYOR
Gazeteciliğin etik ilkelerinden uzaklaşmanın "takdir-i ilahi" boyutları dışında, bir takım somut sebepler olduğu düşünülüyor. "Neden bugüne kadar beklenildi?" sorusunun ifadelendirdiği "siyasi kuşkular" umarız araştırmacı gazetecileri, medya analizcilerini harekete geçirecektir. Gerçekten de bu konu araştırılmalı, arşivler taranmalı, polemikler ayıklanmalı ve Etibank'ın doymak bilmez bir iştahın aracı mı yapıldığı, yoksa siyaset ve medyanın ensest ilişkisinden doğan hilkat garibesi bir ürün mü olduğu ya da örtülü kini meşhur siyasetin intikam aleti mi olduğu ortaya çıkarılmalıdır.
ETİBANK-SABAH; TAVUK YUMURTA
Bu noktada akla gelen bir soru var:
"Sabah mı Etibank'ı batırdı yoksa Etibank mı Sabah'ı batırdı?"
Yumurta-tavuk esprisini andıran bu soru, salt espri olmak amacıyla "kafiye olsun diye" sorulmadı. Amacımız; görünen suçluların yanı sıra perde arkasındaki suçluları da bulabilmektir ki biz bu suçluların "var" olduğunu düşünüyoruz. Kimi gazeteciler ve medya gözlemcileri, Etibank operasyonunun hemen ardından Sabah yazarlarının tavırlarını incelemeye aldılar. Güngör Mengi'nin, Necati Doğru'nun, Hıncal Uluç'un, Cengiz Çandar'ın neler yazdığı ya da diğerlerinin nasıl yazamadığı konusunda irdelemeler yapıldı. Medyakronik'tan Kürşat Bumin "okumalar"ını buna hasrederken; Ufuk Güldemir dürbününü rakip grup olan Doğan Medya'ya çevirdi. Bu arada politikacılar unutuldu.
Oysa ki politikacılar; özellikle ANAP'lı lider ve Bakanların tavrı çok ilginçti.
"BANKA SOYANI AFFETMEYİZ"
ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz; Etibank operasyonundan hemen sonra çok sert ve net bir açıklama yaparak "Banka soyanları affetmeyiz!" dedi. Yılmaz; daha önceki banka operasyonlarında, örneğin Egebank olayında hiç de böyle sert ve net bir açıklama yapmak ihtiyacı duymamıştı.
Neden?
ESKİ DOSTLAR DÜŞMAN OLDU
Mesut Yılmaz ile Sabah Grubu arasında çok ilginç, iniş-çıkışlarla, zikzaklarla dolu bir ilişki vardı. Başlangıçta -Özal'a karşı tutum sırasında- Mesut Yılmaz, Sabah Grubu tarafından hararetle destekleniyor, bu destek özel tavla partilerinde kendisini gösteren dostluğa kadar varıyordu.
Daha sonra Mesut Yılmaz ile Sabah yöneticilerinin kanlı-bıçaklı oldukları bir dönem başladı. Tansu Çiller'in Başbakan olduğu bu dönemde Mesut Yılmaz, Sabah Grubu'nu çok ağır ifadelerle suçlayarak, iktidara geldiklerinde hesap soracağını açıkladı. Mesut Yılmaz'ın çeşitli platformlarda ve İnterStar Televizyonu'ndaki Kırmızı Koltuk programında, Zafer Mutlu'nun hem gazete sütunlarında hem de ATV ana haber bülteninde söyledikleri hala hafızalardadır. Nitekim Nazlı Ilıcak, bizim birkaç yıl önce Akşam Gazetesi'ndeki sütunumuzda "Mesut Yılmaz: 21 Ekim 1995" başlığı altında iki bölüm halinde yayınladığımız bu sözlerden bir kaçını Yeni Şafak'taki köşesinde hatırlattı: "Hükümetin yaşanmakta olan kirli işlerine destek verenler, kendi küçük menfaatlerini gerçekleştirebilmek için, hükümetin başarısızlıklarını gizleyenler, hesaplarını bir daha yapsın. Çünkü bu hesaplar, 1995 değil de 1996'da geri dönecek. Yanlış hesap yapanlar, kendi hesabını vermek zorunda kalacaklar." (16 Şubat 1995-Hürriyet)
"Şimdi eğer bir gazete asıl işlevini yani iktidarı denetleme işlevini, kamuoyunun çıkarlarını kollama, koruma görevini bir yana bırakıp da hükümetin kurulması için partiler arasında aracılık ederse, bunun bedelini halk öder. Çünkü bu alışverişten bazı siyasi güçler memnun olabilirler. Sayın Başbakan(Çiller) memnun olabilir. Nitekim o gazete 1,5 seneden beri sayın Başbakan'ın borazanlığını yapıyor. O gazete de memnun olabilir. Çünkü sayın Başbakan da onlara bir sürü maddi menfaatler sağlayabilir. Ama burada kaybeden halktır. Basının görevi, halkın sesini iktidara yükseltmesini sağlamaktır. Halkın menfaatlerini korumaktır. Bugün medya halkın menfaatlerini koruyan değil, tam tersine, bir bölüm medyayı kastediyorum, örnek veriyorum Sabah Gazetesi'ni özellikle kastediyorum, halkın sıkıntılarını dile getiren değil, halkın dertlerine tercüman olan değil, tam tersine halkın Türkiye'de olup bitenleri anlamasını engellemeye çalışan, halkın iktidar hakkında gerçekçi, sağduyu bir değerlendirme yapması önünde engel teşkil eden bir unsur haline gelmiştir. Türkiye bu şekilde bu sorunları aşamaz.
Demokrasimizin bugün en önemli sorunlarından birisi, işte bu bir bölüm medyadır, satılmış medyadır. Halkın sesi engelleniyor. Halkın sesini yansıtması gereken, halkın bu konuda sağlıklı karar vermesine yardımcı olması gereken medya, bu görevini bırakmış, iktidarla menfaat ortaklığına girmiş. Hep bir bölüm medyayı kastediyorum. Bun belgeleri var elimizde.(....) Sağlanan menfaatler, o kirli pazarlıklar, hepsini biliyorum. Hepsini yakından biliyorum. Ama ben bugün ortaya getirip bir netice elde edemem. Çünkü öyle alışmışlar. benimle oturup pazarlık edecekler. Gerçekleri çarpıtacaklar, bana siyasi çıkar sağlayacaklar, ben de onlara bunun karşılığında maddi çıkar sağlayacağım.
.... Siz Sabah gazetesini okuyan bir okuyucunun Türkiye'de, 350 bin işçinin grev yaptığının farkında olduğunu söyleyebilir misiniz? hayır. Boru Hattı'nda büyük bir zafer kazanmışız, Gümrük Birliği'nde çok büyük hamleler... yani Sabah gazetesi okuyan bir kişi, Türkiye'de değil de bir an için, Yeni Zelanda'da, İsveç'te yaşadığını düşünebilir."
Mesut Yılmaz bunları söylerken; Sabah Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu ATV ekranına çıkıp ağzına geleni söylüyor, grup Yılmaz'ı astronomik tazminat istemiyle mahkemeye veriyor; ANAP teşkilatları ise Sabah nüshalarını yakarak nefretlerini sergiliyordu.
UNUTULAN TEDBİRLER VE BELGELER
O günlerde biz de Kanal 7'de Dördüncü Kuvvet Medya programını hazırlıyor ve "Medyanın mali yapısını şeffaflaşmasının gerekliliğini" tartışıyorduk. ANAP lideri Mesut Yılmaz'ı arayarak bu konuda görüşlerini açıklaması için canlı yayına davet ettik. Yılmaz "Benim için çok cazip bir teklif" dedi ve 2 hafta sonrası için sözleştik. Ancak iki hafta sonra Tansu Çiller hükümeti düştü, Yılmaz'a başbakanlık yolu göründü, Yılmaz programa gelmedi.
Sonraki karşılaşmamız TBMM kulisinde idi. Yılmaz artık Başbakan'dı. Kendisine
"Programa katılma sözünü ne zaman yeriğne getireceksiniz?" diye sorduğumuzda şakayla karışık bir şekilde gülerek "O program şimdi bizim için çok tehlikeli."
dedi bir daha asla Sabah gazetesi'ni suçlamadı. Sanki Kırmızı Koltuk programında söylediği "Ama ben bugün ortaya getirip bir netice elde edemem. Çünkü öyle alışmışlar. benimle oturup pazarlık edecekler. Gerçekleri çarpıtacaklar, bana siyasi çıkar sağlayacaklar, ben de onlara bunun karşılığında maddi çıkar sağlayacağım." sözleri bir kehanet ve öngörü imiş de gerçekleşmiş gibi, derin bir sessizliğe büründü. Sabah Gazetesi'ne sağlanan menfaatler ve kirli pazarlıklarla iligili olarak "hepsi elimde" dediği belgeler hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Sanki usta bir yankesici Mesut Yılmaz'ın koltuğunun altındaki o belgeleri aşırmış da Yılmaz bundan haberdar olmamış gibiydi.
Bu arada Sabah Gazetesi yöneticileri de Mesut Yılmaz'la ilgili kötü düşüncelerini açtıkları astonimik tazminat davasıyla birlikte sür'atle unuttular. Böylece Sabah ile ANAP arasında yeniden "Mesut ve Mutlu" günler başladı.
"SABAH'I AYAKTA TUTMAYA KARARLI"
Sonraki gelişmelerin bir bölümünü "Sabah Grubu'na Banka Darbesi" başlıklı yazımızda anlatmıştık. İddialara göre; Sabah'ın ANAP muhalifi yazarı Mehmet Barlas, Yeni Yüzyıl'da görevli eşi Canan Barlas ile birlikte "35 milyon dolarlık kredi karşılığı"nda kovuluyor, bu iddia dile getirildiğinde Dördüncü Kuvvet Medya'nın yayınlandığı Kanal 7 Televizyonu ile gazeteci Ahmet Tezcan'a tazminat davaları açılıyor, Can Ataklı vasıtasıyla programa Malta'dan telefonla katılması istenildiği halde suskun kalan Zafer Mutlu, öfkesini Sabah koridorlarında "O kanalı da, o adamı da mahvedeceğim" diye bağırarak alıyor ve Sabah çalışanlarını "İhaleye de gireceğiz, banka da alacağız, itiraz edenin kafasını kopartırım!" diyerek sindiriyordu.
Sözkonusu programın ardından görüştüğümüz bir ANAP yöneticisi, Mesut Yılmaz'ın, Doğan Grubu karşısında Sabah Grubu'nu ayakta tutmaya kararlı olduğunu, aksi halde Doğan Grubu tarafından yutulacağını söylüyordu.
Akabinde bilinen gelişmeler yaşandı. Sabah Grubu genel seçimlerde tıpkı "Centilmenlik Anlaşması" yaptığı Doğan Grubu'nun Birdal Erkan'ı gibi, Genel Müdürü Kenan Sönmez'i, TBMM'deki ANAP sıralarına milletvekili olarak gönderdi. Hemen ardından Emekli General Vural Beyazıt'ı Yönetim Kurulu'na alarak gücüne "derinlik" kazandırdı. Hatta gazetenin bu derinliğe ayak uyduramayan yazarlarından Mehmet Ali Birand düştü, Cengiz Çandar ise son anda kurtulabildi. Ve Sabah Grubu; Demirbank'a kredi borçları yüzünden Cıngıllıoğlu'na satıldı -satılacak söylentileri arasında, özelleştirilen Etibank'ı ilginç ve sürpriz bir gelişme ile Cavit Çağlar üzerinden satın aldı.
ACABA MI Kİ?
Ekonomik konularda ANAP'ın ağırlığını koyduğu koalisyon hükümeti, 8 bankanın içi boşaltıldığı gerekçesiyle el konulmasına karar verirken, Etibank adeta "unutuldu".
Derken birden Sabah Gazetesi'nin Turgay Ciner'e satıldığı haberi duyuldu. Bu noktada da bir karışıklık yaşandı. Önce çoğunluk hissesinin Ciner'de olduğu ilan edildi, daha sonra "tashih edilerek" ortaklığın yarı yarıya olduğu duyuruldu. Henüz medyanın diğer gruplarında "Kim bu Turgay Ciner?" sorusuna cevaplar aranırken, devlet Etibank'a el koydu, Dinç Bilgin, Zafer Mutlu ve diğer yönetim kurulu üyelerinin malvarlıklarına ihtiyati tedbir kararı çıkartıldı, pasaportlar bloke edildi.
İşte bu noktada ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın "Banka soyanları affetmeyiz" açıklaması geldi. Kimse bu açıklamanın üzerinde durmadı. Hatta İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'ın "gündemi yapay konularla meşgul ederek arka planda yolsuzluk yapan güçler"le ilgili sözlerinin, Mesut Yılmaz'ın 21 Ekim 1995 yılında Kırmızı Koltuk programında sarfettiği sözlere ne kadar paralel ve denk düştüğünü de kimse görmedi. Ve, Sabah'ın, başyazar Güngör Mengi'nin ifadesiyle "bankaya ihtiyacınız var denilerek kandırılan" sahibi Dinç Bilgin ile İcra Kurulu Başkanı Zafer Mutlu'nun dün sabah neden Mesut Yılmaz'a değil de DSP'li Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'a gittiklerini de kimse sormadı. Gazeteciler ve medya gözlemcileri; Egebank olayıyla bağlantı kurulan "Kaynana Skandalı" dolayısıyla kendilerini Hüsamettin Özkan'a daha yakın bulduklarını mı düşündüler acaba? Asıl "acaba"lar bundan sonra başlıyor.
TURGAY CİNER-MESUT YILMAZ
Sabah Grubu'na ortak olunca Turgay Ciner'in "çetelesi"ni ortaya dökenler; Etibank hengamesi sırasında yazdıklarına şöyle bir göz atıp "Turgay Ciner-Mesut Yılmaz" yakınlığına dikkat çekmeyi de unuttular. Ciner'in cemaziyelevvelini en erken yazan gazetelerden "Radikal" bile unuttu. Ucu Mesut Yılmaz'a dokunduğu için mi acaba?
Oysa bu çetelelerden en kronolojik olanı Kuvva-yı Medya dergisine aitti. Kuvva-yı Medya'da yayınlanan çeteleye göz atılınca bu yakınlığın "hısımlık" derecesine kadar vardığı anlaşılıyordu:
Eylül 1998 - Kamuoyunda tepkilere yolaçan Türk Hava Yolları'nın, iç hat uçuşlarında İsviçreli Swiss Air grubu ile ortak şirket kurma çalışmalarının ardında Turgay Ciner ile Başbakan Mesut Yılmaz'ın kuzeni Mehmet Kutman'ın bulunduğu ve Kutman'ın Swiss Air'in Türkiye'deki danışmanı olduğu ortaya çıktı. Hava İş Sendikası'ndan yapılan açıklamada "Havaş özelleştirme adı altında yok pahasına Turgay CİNER'e adeta ikram edilmiş Turgay CİNER de daha iki yıl dolmadan şirketin hisselerinin büyük bölümünü Swissair'e devretmiştir" denildi.
Ekim 1998 - Turgay Ciner Dinç Bilgin yüzde 50 hisseyle ortaklık kurarak medyaya adım attı. Ciner daha sonra ATV'nin yüzde 20 hissesini satın aldı.
Kasım 1998 - Hükümet Ciner'in sahibi olduğu şirketlere Sinop-Samsun-Ordu elektrik dağıtım bölgesi, Çayırhan Termik Santralı ve Çayırhan maden yatağı ile Hopa Limanı'nı verdi.
Kasım 1998- İstanbul Mali Şube Müdürlüğü'ne bağlı dedektifler otomobil ithalatında eksik gümrük vergisi ödediği gerekçesiyle Turgay Ciner'i gözaltına aldılar.
Kasım 1998- Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekipleri, Park Holding'e bağlı CEYTAŞ adlı firmadan 192 milyar liralık iplik alan Büyük Tekstil AŞ'nin sahibi Recep Akın'ın, CİNER'in adamları tarafından darp edildiğini öne sürerek, şikayette bulunması üzerine Turgay CİNER'i gözaltına aldı.
Kasım 1998 - Demirel Ailesi'ne yakınlığıyla bilinen işadamı Kamuran Çörtük ile ortaklaşa Petrol Ofisi'nin özelleştirme ihalesine giren Ciner 1 milyar 160 milyon dolara kazandıkları ihalede 580 milyon dolarlık peşinatı ödeyemedi.
Kasım 1998 - Türkiye Maden-İş Sendikası Maliye Bakanlığı'na başvurarak birkaç yıl içinde Türkiye'nin en büyük 10 holdinginden birinin sahibi olan CİNER'in bu kadar kısa bir süre içinde böylesine büyük bir malvarlığına nasıl sahip olduğunun incelenmesi istedi. Maliye Bakanı Zekeriya Temizel, Turgay Ciner'in sahibi olduğu Park Holding hakkında kara para bağlantılı işlem yapıp yapmadığına ilişkin inceleme başlattı.
Kasım 1998 - Başbakan Mesut Yılmaz, Global Menkul Değerler Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı kuzeni Mehmet Kutman ile Turgay Ciner'in organizasyonunu yaptıkları ve 2 milyon dolarlık maliyetinin büyük bir bölümü de devlet tarafından karşılanan ''Finans Fuarı''nın açılışını yaptı.
Aralık 1998- Ciner, Tefeci Malki cinayetine adının karıştırılmasına kızdığı için fabrikası CEYTAŞ'ı kapatma kararı aldı. Fabrikada çalışan 500 kadar işçi de eş ve çocuklarıyla birlikte E-5 Karayolu'nu bir süre ulaşıma kapattılar.
Aralık 1998- Turgay Ciner Havaş'ı satmaya karar verdi.
Aralık 1998- İMKB Ciner'in borsada işlem gören şirketi CEYTAŞ'ı gözaltı pazarına aldı.
Ocak 1999- Öldürülen tefeci Nesim Malki'nin borç defterinde Turgay CİNER'in 23 milyon dolar kaydının bulunduğu açıklandı.
Şubat 1999- Başbakan Bülent Ecevit, Turgay CİNER'in üretimini durdurduğu Ceytaş fabrikasını "rica ederek" yeniden çalıştırmaya başlattı.
Şubat 1999- Turgay CİNER, kardeşi Tuncer CİNER ve altı şirket yetkilisi hakkında, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı'nın suç duyurusu üzerine açılan kaçakçılık davasının dosyası daha önce sanıklar hakkında Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde aynı suçlamayla açılan iki ayrı davanın dosyasıyla birleştirildi.
Mart 1999- Turgay CİNER'in Ecevit'le görüşmesinin ardından DSP ile yakın temasta olduğu, Ecevit'in sağ kolu Hüsamettin Özkan'la samimiyet kurduğu bildirildi. CİNER'in Türk Silahlı Kuvvetleri'ne iç çamaşırı satmayı planladığı kaydedildi.
Mart 1999 - Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı'nın suç duyurusu üzerine Turgay CİNER, kardeşi Tuncer CİNER ve 6 şirket yetkilisi hakkında teşekkül halinde kaçakçılık yaptıkları iddiasıyla, 15 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle açılan davada, kaçak oldukları gerekçesiyle el konan Mercedes otomobillerin sahiplerine iadesine karar verildi.
Ekim 1999- Ciner'in babasının ismini verdiği Hopa Hüsnü CİNER İlköğretim Okulu'nu açılışını ANAP lideri Mesut Yılmaz yaptı.
Kasım 1999- Turgay CİNER hakkında, Taksim'de satın almak istediği 5 katlı apartmanda, resmi işlemler yapılmadan ve parayı vermeden, kapıya kilit vurup, kiremitleri, pencereleri sökerek tadilata başladığı iddiasıyla, Beyoğlu 10. Asliye Ceza Mahkemesi'nde 2 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Aralık 1999- Cumhurbaşkanı Demirel Turgay Ciner'e Devlet Üstün Hizmet Madalyası verdi.
Temmuz 2000- İstanbul Defterdarlığı Turgay Ciner'in trilyonlarca liralık ciro yaparak varlıklarının kamuoyuna açıklanmasını istemeyen "Gizli Zenginler" listesinde yer aldığını açıkladı.
Eylül 2000- MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, Elazığ Bağımsız Milletvekilli Mehmet Ağar'ın karanlık ilişkileri olduğunu belirterek bunların arasında Turgay CİNER'in de bulunduğunu açıkladı.
Eylül 2000 - Turgay CİNER tarafından Maltepe'de yaptırılan "Turgay CİNER 1 İlköğretim Okulu", 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de katıldığı törenle açıldı. Törende, LDP Genel Başkanı Besim Tibuk da bulundu.
Ekim 2000- Turgay Ciner Sabah gazetesinin çoğunluk hisselerini satın alarak Sabah Yayıncılık, Birleşik Basın Dağıtım (BBD), ATV, 1 Numara Yayıncılık ve Sabah Pazarlama'yı bünyesinde barındıran Medya Holding Yönetim Kurulu'na girdi. "
YILMAZ'IN TERS KROŞESİ
İşte son acaba:
Acaba her şey, siyasetteki örtülü kin sonucu mu gerçekleşmişti?
Acaba Mesut Yılmaz, 21 Ekim 1995'de açıkladığı hesap sorma vaadini, doğrudan değil de bir ters kroşe ile dolaylı olarak mı sormuştu? Başyazar Güngör Mengi'nin "Dinç Bilgin'i bankaya ihtiyacı olduğuna inandıranlar" diye nitelediği meçhul danışmanlar arasında Mesut Yılmaz da var mıydı?
Acaba, Turgay Ciner'in Sabah'la ortak oluşu, Mesut Yılmaz'ın, hem Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu'nun ipini çekmek hem de Sabah Grubu'nu Aydın Doğan'a kaptırmamak gibi bir niyetin sonucu olabilir miydi?
Daha önce Korkmaz Yiğit'e Milliyet'i satın almasını tavsiye ettiği öne sürülen Mesut Yılmaz'ın, acaba "hısım ortağı" Turgay Ciner'e de Sabah'a ortak olması yönünde bir tavsiyesi olmuş muydu?
Türk Bank olayında müdahalesiyle devlet menfaatlerini gözettiği konusunda son derece ikna edici konuşmalar yapan Mesut Yılmaz, Sabah grubunun mali yapısını çok iyi bilmesine rağmen Etibank'ın bu gruba satışı sırasında acaba neden suskun kalmıştı? Medyadaki kartelleşmenin acısını en fazla yaşayan bir politikacı olarak "kararlı bir tutum sergileyen" ve ANAP'lı kaynağımızın ifade ettiği gibi bu noktada "Sabah'ı ayakta tutma planları" yapan Mesut Yılmaz, acaba Sabah Grubu'nun şu son duruma düşürülerek, gazetecilik dışında iş yapmaya kalkışanların sonunu göstermek için bir "ibret olayı" mı planlamış yahut böyle bir ibretin oluşmasına göz yummuş muydu? Ve başlangıçtaki acaba:
Acaba Sabah mı Etibank'ı; yoksa, Etibank mı Sabah'ı batırmıştı?
Bu soruların mutlaka değerlendirilmesi, araştırmacı gazeteciler, siyaset bilimcileri ve medya analizcileri tarafından ele alınması gerekiyor. Bu sorular cevap bulabildiği ölçüde medya kuruluşları ile siyasi kurumlar arasındaki çarpık ensest ilişkinin boyutları daha iyi ortaya çıkartılacak, medya ile birlikte siyaset de kendisine çeki düzen vermek zorunda kalacaktır.
Vazgeçilmesi imkansız iki erk adına ümidimiz budur.
01 Kasım 2000 Çarşamba
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/medyaram/medyaram3.htm
Dördüncü Kuvvet MEDYA- Özgür Gazeteciler Platformu Dördüncü Kuvvet MEDYA- Özgür Gazeteciler Platformu 7 Ağustos 2120 . Gündem Medyascope Medyajans MedYaram Röportaj/ Sohbet Medya Dosyası Yerel Medya Gazete Tirajları Medya Kitaplığı Araştırmalar/Tezler Media Studies Media Net Link Köşelerde Medya Meslek İlkeleri Tezcan'lık Karikatür MedyaRazzi Meslek İlkelleri Medya-Forum Eleştiriler-Öneriler Tartışma Platformu Tekzip-Açıklama TGC TGS ÇGD Basın Konseyi Örgütlerden Künye Reklam Ahmet Tezcan Ertuğrul Acar Bir-Net AHMET TEZCAN DİLEK YARAŞ ESRA DOĞRU FUAT UĞUR HASAN ÖZSAN KEMAL BELGİN NECEF UĞURLU RAGIP DURAN YAVUZ BAYDAR ZAFER ÖZCAN Medya konusundaki tartışmalara katılabilmek, medya eleştirilerinizi Dördüncü Kuvvet Medya'da yayınlatabilmek ve sayfalarımızdaki değişiklikleri size bildirmemiz için lütfen listemize üye olun. E-Mailiniz Gelen Mesajların Listesi