Kült olma kısmı hikaye konusunun günümüzdeki modern bir kültle şaşırtıcı benzerliğidir
Eski zamanlarda Yahudilerin zalim bir padişahı vardı. Hz. İsa (a.s) düşmanıydı. Hristiyanları çeşitli eziyetlerle yakar, yandırır ve öldürürdü.
Şaşkın padişah, Musa ile İsa’nın (a.s) ikisinin de Allah (c.c) yolunda yürüyen peygamberler olduğunu bir türlü kabullenemiyordu.
Bu padişahın kendisinden de kötü, düzenbaz, hilekar ve fitneci bir veziri vardı. Hile yaparak akan suyu bile durdururdu.
Bir gün padişaha, “Padişahım, Hristiyanlar canlarını kurtarmak için dinlerini gizliyorlar. Hem öldürmekle de bunlarla başa çıkılmaz” dedi. Padişah, “söyle bakalım, bu Hristiyanlığın yayılmasını ve Hristiyanların çoğalmasını nasıl engelleyeceğiz? Gizli ve açık dünyada Hristiyan kalmaması için gerekli tedbiri alalım” dedi.
Vezir bunun üzerine hile dolu planını anlattı.
“Padişahım! Güya bana kızarak, kulağımın ve elimin kesilmesini, burnumun ve dudağımın yarılmasını emredin. Sonra da beni idam etmek için dörtyol ağzında bir idam sehpası kurdurun. Tellallar çıkartarak halkı toplayın. Son anda sizin kıramayacağınız biri benim affımı sizden istesin. Bunun üzerine si de beni uzak bir yere sürgüne gönderin.
Böyle yaparsan Hristiyanlar benden şüphelenmez. Ben de rahatlıkla aralarında fitne ve fesadımı yayarım. Gittiğim yerde onlara derim ki: ‘ben gizlice Hristiyan olmuştum. Padişah bu sırrımı öğrendi. Bana bu zulmü yaptı. Eğer İsa aleyhisselamın manevi yardımı yetişmeseydi Yahudiliğinden dolayı beni öldürecekti. Ben Hz. İsa’nın uğruna canımı, başımı vermeyi minnet sayarım. Onun dininin bütün bilgilerine sahibim.
Hristiyanlığın cahillerin elinde kalmış olması, bana büyük ıstırap veriyor. Üzülüyorum. Belimize Hristiyanlığın kemerini bağladığımızdan beri, Yahudilikten kurtuldum. Allah’a ve İsa’ya şükürler olsun. Bu hak dinin yol göstericisiyim. Ey insanlar, devir İsa’nın devridir. Onun dininin emirlerini candan ve gönülden dinleyiniz diyerek vaazlarıma başlarım.”
Padişah vezirin bu düzenini akıllıca buldu. Çok hoşuna gitti. Derhal istediklerini yerine getirdi. Veziri Hristiyanların çok olduğu bir bölgeye sürdü. Halk vezirin başına gelenlerden dolayı çok şaşırdı. Vezir sürüldüğü yerde halkı dine davete başladı.
Hristiyanlar azar azar onun çevresine toplandılar. Vezir onlara gizlice İncil’in namazın sırlarını anlatıyordu. Görünüşte Hristiyanlığın emirlerini anlatsa da anlattıkları Hristiyanları tuzağa çekmek için bir yemdi. İmansız vezir badem ezmesinin içinde sarımsak saklar gibi, din nasihatçiliği yapıyordu. Sözleri, içine zehir katılmış şeker şerbeti gibiydi. Gerçek Hristiyanlar, o sözlerin altındaki acılığı hissediyor ama tam çözemiyorlardı.
Cahil ve anlayışı az olan insanlar, gönüllerini hilekar vezire tamamıyla kaptırmışlardı. Vezir Hz İsa’nın yeryüzündeki vekili, sözleri de boyunlarında birer halkaydı artık. Vezir, kısa zamanda bir emriyle ölüme gidecek kadar kendisine bağlı, yüz binlerce hristiyanı etrafına topladı.
Aradan tam altı sene geçti. Yapılan plan adım adım uygulanırken, padişahla vezir arasında gizlice haberleşmeler yapılıyordu. Padişah bu işi bir an önce bitirmesini isterken, vezir padişahtan biraz daha sabretmesini diliyordu.
O dönemde, Hz İsa’nın kavminin başında yöneticilik yapan on iki emir vardı. Bu emirlerin hepsi de vezirin tuzağına düştü. Ona inanıyor ve güveniyorlardı. Onun için ölmeye bile hazırdılar. Samimiyetinden hiç şüphe etmiyorlardı.
Vezir bu arada her emir için hrıstiyanlığın ilkelerini anlatan on iki kitapçık hazırladı. Her kitapçık birbirinden ayrı hükümlerle doluydu. Dinin emir ve yasakları birbirini tutmuyordu.
Kitapçığın birinde riyazet ve açlığın tövbenin esası, Allah’a dönüşün şartı olarak bildirilirken, diğerinde açlığın insana bir fayda getirmeyeceği yazılıydı. O kitaba göre cömertlik Allah’ bulmak için yeterliydi.
Bir diğer kitapta aç kalmanın cömertliğin de Allah’a şirk koşmak olduğu ifade ediliyordu. O kitaba göre de her şeyi başı Allah’a tevekkül ve teslimiyetti. Bir başka kitapçıkta da diğer kitapçıktaki belirtilen düşüncenin tamamen zıddına, kulun yapması gereken şeyin hizmet ve ibadet olduğu, ibadetsiz ve hizmetsiz bir tevekkülün suç olduğu belirtiliyordu.
Hilekar vezirin hazırladığı, bu kitapçıkların hiçbiri birbirine uymuyordu. Birinde yapılması tavsiye edilen şeyler diğerinde yasaklanıyor, suç kabul ediliyordu.
Vezir bir müddet sonra hilesinin gereği olarak vaaz ve nasihati bırakarak yalnızlığa çekildi. Kırk elli gün halvette kaldı. Kendine inananları ayrılık ateşiyle yaktı. Halk, onun insana huzur veren halinden, güzel konuşmalarından, sohbetinin zevkinden uzak düşmekten, deli divane oldu. Yanına vardılar ve yalvarıp yakardılar, sızlayıp dövündüler. Gözleri görmeyen bir ama gibi yolun ortasında rehbersiz kaldıklarını bildirdiler. Vezir onlara, “Ruhum dostlarımla beraber fakat halvetten çıkmama izin yoktur” dedi. Kendisine inananlar, “Ey kerem sahibi! Senden ayrı düşünce, biz her şeyimizi kaybettik, gönüldende dinden de yetim kaldık. Bir kusurumuz varsa affedin. Bize cefa çektirmeyin” dediler. Vezir, “bana inanıyor ve güveniyorsanız, kemalatımı kabul ediyorsanız neden ısrarcı oluyorsunuz? Ben gönlümün halleriyle meşgul olmak istiyorum” dedi. “Ey vezir! Senin kemaltını inkâr etmiyoruz. Senden eyrı düşmenin ıstırabıyla, gözlerimizden yaşlar akıtarak yalvarıyoruz” dediler. Vezir onlara halvete girdiği yerden şöyle seslendi:
Hz İsa’dan bana emir geldi ve, “Bütün dostlarından, yakınlarından ayrıl ve yalnız kal” dendi.
Vezir sevenlerinin yalvarıp yakarmalarına, ah edip inlemelerine aldırmadı. Halvetine devam etti. Bir müddet sonra da emirleri yanına çağırttı. Her biriyle ayrı ayrı görüştü ve her birine, “Benden sonra yerime sen geçeceksin. Hristiyanlığı insanlara sen anlatacaksın. Hak dinin senden başka temsilcisi yoktur. Yalnız ben hayatta olduğum sürece bu sırrı kimseye açıklamayacaksın” diyerek ellerine yazmış olduğu kitapçıklardan birer tane verdi. Kitapçıklar hususunda da şu tembihte bulundu:
“İsa aleyhisselamın insanlığa getirdiği gerçek Hristiyanlık bu kitapçıkta yazılıdır. Sana verdiğim bu kitabın dışındakiler yanlıştır.”
Daha sonra vezir kırk gün kapısını kapadı. Kırkıncı günde kendisini öldürdü.
Halk onun ölümünü duyunca, mezarının başı kıyamet gibi oldu. Kabrinin başında bir ay oturdular, ağlayıp inlediler, matemini tuttular. Matem acısı hafifleyince halk dedi ki:
“Ey emirler! Vezirin yerine sizlerden kim geçecek? Bize bildirin ki, ona uyalım. Elimizi, eteğimizi ona teslim edelim. Batan güneşimizin yerine bir mum olsun.” On iki gurubun liderlerinden bir emir ileri atıldı ve, “O büyük insan, yerine vekil ve halife olarak beni bıraktı. İşte elimdeki bu kitapçık sözlerimin delilidir” dedi. Bir başka emir, “Hayır, gerçek halife benim” diye ortaya çıktı. On iki emir de gerçek halife ve vekilin kendisi olduğunu iddia ediyordu. Her emirin elinde bir kılıç, diğerinde kitapçık vardı. Sarhoş filler gibi birbirlerine saldırdılar. Her emir peşindekilerle birlikte halifelik mücadelesine girişti. Savaştılar, vuruştular yüz binlerce Hristiyan öldü. Kesik başlardan kuleler oluştu.
Böylece vezirin ektiği fitne tohumları yeşerdi. Hz İsa’nın dinine inananlar arasında ayrılıklar meydana geldi. Vezir de canı pahasına muradına ermiş oldu.
http://mevlanasozleri.de/hikayeleri/zalim-padisahla-fitneci-vezir/